Friday, February 1, 2008

* 46 *

Elif İzbırak Yavuz
Çileli bir iştir öğrenmek.
Kendimi bildim bileli, yaşadığım her ‘An’ı, en kılcal ayrıntıları ile, dipdiri bir farkındalıkla,
bilmek/anlamak/kazanmak için çırpınan biri oldum ben.
Seçtiğim bu yolda, ‘Hayat’ın yekpare bir bildiri olduğu gerçeği ile yüzleştim.
Bu nedenle yegane Kutsal Kitabım, Hayat’ın kendinden başka bir kaynak olmadı.
Hayat dışında hiç bir kaynağa inanmadım; ne bildiysem, O’ndan öğrendim.
Ve hiç tükenmeyen aşkım oldu öğrenmek.
Hayat’ın fiil çekimleriyle bütünleşip, her yeni anlamdan kanatlanarak başkaca farkındalıklara eriştim/yürüdüm/yol aldım.
Bir bakıma ‘Yüce Bilgi’nin sürek avı oldu yaşadıklarım.
Ancak yaşamımı, bir/biri ardına sıraladığım tesbih taneleri gibi kupkuru bir keşif süreci haline dönüştürmekten kaçındım.
Benim için yaşamak, ayırdına vardığım her yeni Bilgi’nin, sadece bana dair fiil çekimleri ile yeniden yaratılması oldu.
Deneyimlemediğim hiç bir Bilgi’yi hayatıma katılmış bir satır olarak benimsemedim.
Bu yüzden öğrendiğim ama bilmediğim o kadar çok şey varki...
Durmadan, yorulmadan, korkmadan ışığın aydınlık ve karanlık hallerini deneyimleyip kendimi yeniden yaratmaya çalıştım.
Benim ibadetim de bu oldu.
Öğrenmek, değişmekten korkmamaktır.
Değişim’i delimsirek bir tutkuyla taşımak demektir.
Biz değiştikçe Hayat da değişir/dönüşür.
Hayatın değişmelerime karşılık vermediği sürelerden ürkmüş, korkmuşumdur hep.
Hayat eğer size dökmüyorsa içini, değişimlerinize karşın kendini esirgiyor demektir.
Bu ne yönlerde değiştiğinize yeniden göz atmanız gerektiğini uyaran bir işarettir.
İşte bu nedenle, “Ağaca yeşil bakmak gerek”tir...
Sadece bu nedenle yaşamayı Hayatla yaptığım şenlikli ama kutsal bir dans olarak algıladım.
O’nunla el ele, omuz omuza yaşadığım ve birlikte yarattığım bir ritüel...
Yaşadığımız her ‘An’ yeniden öğrendiğimiz en taze bilgisidir Hayatın.
Bilgi ışıklı bir yaşama sevinciyle ruhumuza sızar/siner/karışır, “Biz”im olur...
İnsan tadında ve kıvamında olmanın coşkulu varoluş halidir bu.
Melih Cevdet Anday,
“Ah okumaya başlamadan önce
Çiçeklere su vermek lazımdır” demişti.
Yaşanan her ‘An’, kendinden sonra gelen ‘An’a, “An-ı” olarak armağan olur.
Anılarımızla birikir ‘Ben’ olur, anılarımızı üleştikçe “Biz” haline dönüşürüz.
İnsan kadar eski, insan kadar yeni olan sanatın, yazılmış-çizilmiş, yaratılmış her tableti, onları yaratanların, bizlerle paylaşma cesaretini gösterdikleri en özel anıları değil midir?
Şu anda adını anımsayamadığım bir Sufi;
“Nara giren, Nur olur” demiş.

No comments: