Wednesday, February 27, 2008

* 55 *



Değerli sanatçı Güzin Tezel'in beni derinden etkileyen iki fotoğrafı, neden bilmem, gönlüme Nazım Hikmet Usta’nın 1935 yılında Orhan Selim takma adıyla, o devrin Akşam ve Tan gazetelerinde yayınlanmış konusu “Su” olan bir kaç yazısını düşürdü. İçlerinden çok sevdiğim üç tanesini sizlerle paylaşmak istedim.


BİR BARDAK SU

Bir bardak temiz, bir bardak ışıklı, bir bardak pırıl pırıl su.

Derler ki, şarabın boyası insanın gözüne sessiz, baş döndürücü bir şarkı gibi dolar.

Bir bildik, küçük kristal bir bardağın içinde altınlaşarak yanan portakal likörünü sevgilisinin gözüne benzetirdi.

Çevresi dövmeli gümüş taslar içinde içilen buzlu bir ahududu şurubunun bir yazsonu ılıklığıyla dolu kokusuna doyum olmadığını söylerler.

Gel gelelim, ne şarabın boyası, ne portakal likörünün, ne ahududu şurubunun kokusu, ne şu, ne bu, bunlarda bir bardak temiz, bir bardak pırıl pırıl suyun boyasız boyasını, kokusuz kokusunu bulamazsınız. Bir bardak suda eski Yunan direklerinin aksoyluluğu, günün aydınlığı, dağ başları havasının tadı vardır.

Bir bardak temiz, bir bardak pırıl pırıl su eski Romalı büyük materyalist ozanın likör, şarap, ahududu sizin olsun, bana yaz kış bir bardak su yeter...” sözüne benzer.
(Orhan Selim / Akşam, 7.2.1935)


AKARSU

Bence, yalnız akarsu güzeldir, yalnız akarsu, o canlı, o serinletici, o iç açıcı ve sonsuz “su” adını taşımaya layıktır.

Akmayan su, kımıldanmayan, olduğu yerde, bir çukurun içinde pıhtılaşan, ağırlaşan durgun ve durulmuş su ölümü hatırlatır bana. Ben, akmayan, durgun su birikintilerinin içinde servilerin koyu neftiliklerini, servilerin hüzünlü çizgilerini görür gibi olurum.

Akarsu, bu bilge Heraklit’in suyudur. Akarsu her canlı, her yaşayan, her ileri atılmayı haykıran felsefenin en sevgili konusu olmuştur. Akarsuyun sesi bir ilerleyiş türküsü gibidir. Akarsuyun akışı bütün bir yürüyen insan toplumlarının resmine benzer.

“Bir akarsuda iki defa yıkanmak mümkün değildir,” demiş Heraklit. Bir akarsuda bir defa bile yıkanmak mümkün değidir, diyoruz bu gün. Göllerin hüznü dugunluklarından gelir, nehirlerin heybetli düşündürücülüğü akışlarından. Bir gölde durgun ve rahat aksimi seyretmektense bir nehirde boğulmayı tercih ederim.
(Orhan Selim / Tan, 23.10.1935)


DENİZİN HÜCUMU

Denize güvenmemek, denize inanmamak, ikisinin de kusurları olmadığına bakmazsızın denizle kadını birbirine benzeterek ikisine birden çatmak edebiyata kadar girmiş bir telakkidir. Daha doğrusu denizin güvenilecek bir nesne olmadığı görüşü, onunla boğuşanlardan, balıkçılardan, gemicilerden değil de, tersine edebiyat kanalıyla hayata girmiştir belki. İşte bunun için. bu görüş, ilk bakışta derin bir hakikati söyler gibi görünse de onun parlak bir edebiyat cümlesinden başka bir şey olmadığı ortaya çıkar.

Denize niçin güven olmasın? Dünyanın bu en canlı, en güzel, en yaratıcı ve insanoğlunun hamlelerini kolaylaştırıcı unsuruna neden inanılmasın?

Onun dilinden anlamayıp, altlarında çürük bir tekne, göğüslerinde korkak bir yürekle dalgalarını aşmak isteyenleri bir iki tokatta deviriveriyorsa kusur onda mı? Onu anlamayanlarda mı?

Deniz en küçük bir ihmali, en ufak bir bilgisizliği bağışlamaz. Deniz bizden bilgi, cesaret, ustalık ve kendine karşı saygı ister. Deniz ahlaki anlamıyla, ne kahpedir, ne kancık! Onda her fırtına, patlak vereceğini önceden bildirir. Eğer bu bildirişin dilini anlamıyorsanız, sizi apansız yakaladı diye denize değil, kendi cahilliğinize kızınız.

Denize açılan adamın elleri titrek, yüreği karmakarışık olmamalı. Titrek bir el ve bulanık yufka bir yürekle denize açılanlar boğulurlar. Denizin kanunu budur.
(Orhan Selim / Akşam, 12.12.1935)






Fotoğrafar: Güzin Tezel

2 comments:

Anonymous said...

sevgili Alpay bey,
sevgili hayat ustam,

onur duydum ve çok duygulandım...

varlığınız için minnettarım...

çok çok teşekkürler

saygı ve sevgilerimle...

güzin

Anonymous said...

Bir damla yağmura hasret kaldığımız şu günlerde daha da anlam bulan ve ustanın dehasını yansıtan yazılar. Okumaktan keyif duydum, teşekkürler...

Birgül Ulutaş