Tuesday, September 23, 2008

* 114 *




HADİ ÇAMAN'I DA YİTİRDİK


İlk ve orta öğrenimini Abdurrahman Paşa Lisesi'nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde eğitim aldı. Sonrasında Belediye Konservatuvarı'nda okudu. Amatörce ilgilendiği tiyatro sanatında 1962 yılında Dormen Tiyatrosu ve ardından Kent Oyuncuları'nın açtığı bir sınavı kazanarak Altın Yumruk adlı oyunda profesyonelliğe adım attı. Daha sonra Gülriz Sururi - Engin Cezzar Tiyatrosu, Nisa Serezli - Tolga Aşkıner Tiyatrosu, Miyatro (Müjdat Gezen), Şan Tiyatrosu gibi tiyatrolarda da onlarca oyunda oynadı. 1982 yılında Yeditepe Oyuncuları'nı kurdu. O zamandan beri aralıksız olarak Nişantaşı'ndaki kendi tiyatrosunda sanat yaşamını sürdürmektedir. Tiyatro dışında da çeşitli çalışmaları vardır: Çeviriler, uyarlamalar yaptı, oyunlar yazdı, yönetti. Döneminin tiyatro yaşamını konu alan bir kitap yazdı (Can Yayınları). Birçok dalda kişisel ve tiyatrosu Yeditepe Oyuncuları adına sayısız ödüller aldı. Bengi Şen ile olan evliğinden Efe adlı bir oğlu vardır. 15 Aralık 2007 günü, ALS hastalığı saptamasıyla oğlu Doç. Dr. Mehmet Efe Çaman'ın öğretim üyesi olduğu Kocaeli Üniversitesinde, Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi'nde yoğun bakıma alınmıştır. Türk tiyatrosunun nitelikli ve sevilen bir oyuncusudur ve tiyatrosu Yeditepe Oyuncuları'nda pek çok tanınan oyuncu yetişmiştir.

40. Sanat yılı nedeniyle yazdığı metin

"Yüze yaklaşan oyun. Bir o kadar ustayla, göz göze soluk soluğa geçen muhteşem günler. Dormen Tiyatrosu'nun ailevi ortamında başlayan daha sonra Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu, Şan Tiyatrosu, Venüs Tiyatrosu'nu kapsayan yıllar... Ve yıl 1982. YEDİTEPE OYUNCULARI. Yirmi yıl, aralıksız ışık saçmak için verilen sonsuz savaş. Onlarca genç insana açılan kucak. Yazılan, yönetilen oyunlar, kazanılan sayısız ödül. En önemlisi, ülkemizde bir ilke imza atıp, bir müsamere salonundan, kültür merkezine dönüştürülen koca bir yapı. Kısacası bir ÖMÜR! Seve seve, özveriyle, içtenlikle, gönülden sunulan bir yaşam. O arada yetiştirilen, büyütülen, 30 yaşına erişen bir oğul. Hepsi ülkeme helâl olsun."


Monday, September 22, 2008

* 113 *


" Bugüne kadar resim sanatı alanında
Yapılagelmiş olanları inceleyeceğime
Kendini bütün dünyaya kabul ettirmişler
Arasında beni en çok saranlarını ayırarak
Onlara kendi aramalarımı, denemelerimi
Katacağıma
Alışılagelmiş, basmakalıp, hazırlop
Klişeleşmiş çiğnene çiğnene tadı tuzu
Kalmamış hiçbir şeyi tekrarlamayacağıma
Elimden çıkan her çizgiye
Her lekeye
Her renge
Her beneğe
Kendi aklımı
Kendi tecrübemi
Kendi tasamı
Kendi ömrümü, yüreğimi basacağıma
Aldığım nefes, içtiğim su, bastığım toprak
Gözüm, kulağım, burnum,
Elim, belim, dilim, derim üstüne
Yemin ederim.

Yemini bozduğum gün
Burdan giderim."

Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun atölyesinin girişine astığı yeminidir.

Hatırlattığı için Sevgili Nilay Hotalı'ya teşekkür ederim






Friday, September 19, 2008

* 112 *




Bilmem söyledim mi?...


Bilmem söyledim mi? Görmeyi öğreniyorum. Evet başlıyorum. Henüz beceremiyorum. Ama elden geldiğince zamandan yararlanmak istiyorum.

Örneğin, ne çok insan yüzü varmış da hiç farkına varmamışım. Bir sürü insan var fakat yüz daha fazla, çünkü her insanın yüzü birkaç tane. Aynı yüzü yıllar yılı taşıyanlar var; tabi eskir bu yüz, kirlenir, kıvrımlarından aşınır, yolculukta giyilen eldivenler gibi bollaşır. Tutumlu, basit kimselerdir bu gibiler; yülerini değiştirmez, temizlemeye bile vermezler. Nesi varmış derler ve kim onlara bunun aksini kanıtlayabilir? Şimdi madem birçok yüzleri var, ötekilerini ne yaparlar sorusu gelir akla. Saklarlar. Çocukları kullansın. Ama bu yüzleri köpeklerinin de takınıp sokağa çıktıkları olur. Neden olmasın yüz yüzdür.

Başkaları, yüzlerini korkunç bir çabuklukla takar takar, eskitirler. Yüzler önce hiç bitmez gibi gelir onlara; fakat kırklarına daha yeni basmışlardır ki, sonuncu yüzdür kullandıkları. Ama tabii, bir gün gelir başlar trajedi: Yüzlerini sakınmaya, idareli kullanmaya alışmamışlardır; sonuncu suratlarını bir haftada eskitip delik deşik ederler, bir çok yerleri kağıt gibi incelir, giderek astar gözükür; yüz olmaktan çıkar yüz ve bununla dolaşırlar.

Fakat kadın, kadın: Büsbütün kendi içine gömülmüştü; öne doğru eğilmiş, elleri içine gömülmüştü. Notre-Dame-des-Champs Caddesi’nde, köşedeydi. Onu görünce sessiz yürümeye başladım Yoksul insanlar, düşünceye dalmışlarsa rahatsız edilmemelidir. Bakarsınız, düşündükleri şeyi bulurlar.

Bomboştu sokak, boşluğun canı sıkılıyordu; ayaklarımın altından adımımı çekip, bir takunya gibi sağa sola fırlattı, tak tuk gürültüler çıkardı. İrkildi kadın ve kendini, ellerinden kopardı; o kadar çabuk öyle şiddetli ki, avuçlarında kaldı yüzü. Yüzünün oyuk kalıbının, avuçlarında durduğunu görebildim: gözlerimi bu ellerden ayırmamak, bu ellerden koparılıp alınanı görmemek, bana tarifsiz bir çabaya mal oldu. Bir yüze içeriden bakmak, bana dehşet veriyordu; ama ben, daha çok, çıplak çiğ etli, yüzü yok o baştan korktum.

Rainer Maria Rilke

Türkçesi: Behçet Necatigil







Sunday, September 14, 2008

* 111 *

Oyuncu ömrümün bir tiyatro mevsimi daha başlıyor

Tiyatro doğası gereği, adı "Bahar"lanmış iki mevsim arasında soluklanan bir beşinci mevsimdir.

Yapraklarına uykular yağan ağaçlar soyunmaya başladıklarında perdelerini açar, Uykulara doyup tazelenmiş dallar giyinirken, yorgun argın kapatır perdelerini.

Duvarlarına oyunlarımın afişleri iliştirilmiş 'Son'lu, 'İlk'li tam 40 tane bahar yaşadım.


Friday, September 12, 2008

* 110 *


MEKTUPLAR


CLAUDE MONET


Paris 29 Haziran 1868

Sevgili Bazille,

Eğer yetişebilecekseniz, en kısa zamanda yardımıma koşmanızı dilemek için yazıyorum size, hiç kuşkusuz kötü bir yıldızın etkisi altında doğmuşum. Kaldığım handa kapı önüne konuldum. Üstelik bir solucan gibi çırılçıplak, Camille’le zavallı küçük Jean’ımı köyde birkaç günlüğüne barınabilecekleri bir yere yerleştirdim. Bana gelince, bu sabah vardım buraya ve bu akşam, az sonra yapıtlarımla ilgilenen birinin yanında bir şeyler yapıp yapamayacağımı görmek üzere Havre’a hareket ediyorum. Bu mektubu alır almaz yapabileceğiniz bir şeyler varsa yazın bana ve sakın esirgemeyin yardımınızı; her ne olursa olsun sizden bir yanıt bekliyorum. Havre’a yazın bana, poste-restante, çünkü benim için hiçbir şey yapmak istemiyor ailem, dolayısıyla yarın nerede yatacağımı bilmiyorum.

Acılar içindeki gerçek dostunuz.
Dün öylesine allak bullak olmuştum ki kendimi suya atmak gibi bir düşüncesizlikte bulundum, neyseki kötü bir şey olmadı.
C.M.

Frederic Bazille’e mektup.




JAMES JOYCE


Ms. Cornell
Grand Hotel Corneille, Paris
21 Şubat 1903

Anneciğim,

Geçen Salı göndermiş olduğun 3 şiling 4 pens’lik havale tam zamanında elime geçti, çünkü kırk iki (42) saat ağzıma tek lokma girmemişti. Bugün yirmi saatten bu yana oruç tutuyorum. Bu oruç dönemleriyle öylesine haşır neşir oldum ki, param olduğu zamanlar ölesiye açlığım yüzünden göz açıp kapayana kadar bir servet (1 şiling) yiyorum. Umarım bu yeni yaşama biçiminin hazmıma bir zararı dokunmaz. “Speaker” ya da “Express”ten bir haber çıkmadı. Eğer param olursa bir ocak alabilir (bir lambam var) ve meteliksiz kaldığımda makarna pişirip ekmekle yiyebilirim. Umarım satılmış olan halı geçimini sağlamak uğruna elden çıkardığın yeni alımlarından biri değildi. Eğer öyle ise artık hiçbir şey satma, yoksa posta ile sana parayı geri göndereceğim. Kendi kendime yapabileceğim her şeyi yaptığımı sanıyorum, ama genellikle hep kıt kanaat geçiniyorum. Hiç kuşkusuz bugün yarın ücretim gönderilecek bana ve işte o zaman mutluluğum tamamlanmış olacak. Durumum öylesine kaygı verici ki, geceleri genellikle sabahın dördünden önce uyuyamıyorum ve uyanır uyanmaz yayıncılarımdan bir mektup gelip gelmediğini görmek için hemen kapının altına bakıyorum; inan bana gün gün ardına yalnızca çıplak döşemeyi gördüğümde acıyla kıvranıyorum ve açlığımı unutmak için yeniden uyuyorum. En hesaplı harcamayla gönderdiğin para ancak pazartesi öğleye kadar yetecek, sonra kuşkusuz yeniden oruç tutmaya başlayacağım. Pazartesi ve salı günleri karnaval olduğu için de buna çok üzülüyorum ve o günler Paris’te aç gezecek tek kişi kesinlikle yalnızca ben olacağım

Jim
Upa-Upa.

Mrs. John Stanishaus’ mektup.



CHARLES BAUDELAIRE

Beni ne kadar iğrendirse de, bana ne kadar üzüntü verse de yalnızca direnme gücümün sonuna geldiğimde yani çok aç olduğumda size geliyorum. Bu kadar acı yetmiyormuş gibi M. Aneelle bir de sizin izninizi istiyor; zamana ve yorgunluğuma rağmen Neuilly’de azıcık karnımı doyuracak ve birkaç gün yaşayacak kadar izninizi rica etmeye geldim. Çok elzem bu… Evinize çıkmıyorum, çünkü ihtiyacım olan bu şeyleri hangi sövgüler, hangi alaylar ve hangi aşağılanmalarla ödeyeceğimi bilmiyorum. İzninizi götürmek üzere hemen Neuilly’ye hareket edeceğim. Cevabınızı aşağıda, arabada bekliyorum.

Bu pusulayı yok edin, çünkü günün birinde bulunması sizin için utanç verici olacaktır.

Annesi Madam Aupick’e mektup (1847)



HENRI MATTSSE


15 Temmuz 1903

Sevgili Simon,

Pek yaşlı olmamama rağmen yaşamın bana verdiği küçüklü büyüklü, küçükten büyük acılar, yüreklice katlanmam kararlaştırılmış yükler ve tüm bunlara bir de mesleğimizin getirdiği paranın azlığı da eklenince resmi bırakıp yaşamamı sağlayacak tatsız, can sıkıcı ama yeterince para getiren bir başka meslek seçmeme ramak kalmıştı.

Simon Bussy’e mektup



OSCAR WILDE


26 Temmuz 1899
Chenneviéres-sur-Mame

Sevgili Frank, açıkta biraz paranız olup olmadığını, Transvaal size mi aittir, değil midir bilmiyorum; ama büyük parasal sıkıntı içindeyim ve eğer şairlerin önüne atmak istediğiniz 15 liranız varsa, bu parayı bana çek olarak göndermenizi dileyecektim sizden.. Beni hırpalayan, yaşamı dayanılmaz, iğrenç kılan otel patronları – bir kaplan gibi olan Marsollier otelinin patronu – tarafından korkunç derecede tedirgin edildim, oysa tek kuruşum yoktu. Her zaman sizin.

Frank Harris’ mektup


PAUL VERLAINE


Ocak 1887

Delicesine ihtiyaç paraya. Kesenkes böyle bu. Acil, çok acil. Kesenkes böyle bu. Acil, çok acil. Goncourt’u tamamlayacağım. Vouge için Lanetlenmiş Şiirler’i bitireceğim ve nihayet, sonbahara yetiştirmek üzere Aşk’a başlayacağım.

Delicesineihtiyaçparaya…..
Léon Vanier’e mektup.


30 Aralık 1895

Sevgili bayım,

Bu tam anlamıyla bir umutsuzluk çığlığıdır. Evde tek kuruş yok, hiçbir şey saklayamadım ve not a arthing at home and I want remedies and it is necessary to have five. Eugeney, not listanding all her courage is out of force and coruage.

If it were possible to you, how much thank-full for an immediate Money! Postayla gönderin ya da en iyisi siz kendiniz getirin.

Nice kederle, nice şefkatle elinizi sıkıyorum

Robert de Montesquio’ya mektup.





DOSTOYEVSKI


Wiesbaden, Perşembe 24 Ağustos 1865

Seni her zaman (pulsuz olan) mektup yağmuruna tutmayı sürdürüyorum. Salı oluverdi, saat öğleden sonra iki ve Herzen’den hala bir haber yok, oysa artık tam zamanı. Ne olursa olsun öbür günün sabahına kadar bekleyeceğim, ondan sonra küçük bir umudum bile kalmayacak… Durumum git gide inanılmaz bir hal alıyor. Sen gider gitmez, hemen ertesi gün, sabahın erken bir saatinde bana artık yemek de, çay da, kahve de verilmeyeceği otelden bildirildi. Durumumu anlatmaya çalıştım, şişman Alman patron bana yemeği “hak etmemiş” olduğumu, yalnızca çay servisi yaptıracağını söyledi. Dolayısıyla dünden beri yemek yemiyorum, besin olarak çaydan başka hiçbir şeyim yok. Çay da iğrenç mi iğrenç, çaydanlıksız servis yapılıyor; elbiselerim de, ayakkabılarım da artık fırçalanmıyor, zili çaldığımda kimse gelmiyor, Alman’dan da daha Alman hizmetçiler anlatılmaz bir nefretle davranıyorlar bana. Bir Alman için parasız olmak ve borcunu zamanında ödememek suçların en büyüğü.

İlerde tüm bunlara gülüp geçilecek, ama şimdi fazlasıyla rahatsız edici. Yani, Herzen bir şeyler göndermezse başıma büyük dertler açılmasını bekliyorum; işlerime el koyabilir, beni kapı dışarı edebilir ya da daha kötü şeyler yapabilirler. Alçaklık bu!

Hosçakal, sevgilim, seni yola çıkmadan önce bir daha görmeyeceğime inanıyorum. Benim bir parçam olan kimse için bunu düşünmek bile istemiyorum; en küçük bir hareketin bile açlığımı arttırmaması için oturuyor ve sürekli okuyorum.

Bütün yüreğimle kucaklıyorum seni.
Tanrı adına bu mektubu kimseye gösterme ve kimseye bir şey anlatma. Çünkü iğrenç.
Hep senin.

A.A.Souslava’ya mektup



PAUL GAUGUIN


10 Eylül 1897

Sevgili Daniel – sizi nasıl yanıtladığımın farkında değilim, kafam midem gibi boş, önümde berrak hiçbir şey, ve – hiç umut yok… Tek satıcı, yıllık gelirimi sağlayacak tek kimse yokken ne olunabilir, nasıl ayakta kalınır ki. İlerisi için, insanı her şeyden kurtaran ölümden başka hiçbir şey görmüyorum.

Yürekten sizin olan.

Daniel de Monfreid’e mektup.





ERIC SATIE


23 Ağustos 1819 Cuma

Sevgili Valentine – çok acı çekiyorum. Sanki lanetlenmişim gibi geliyor bana. Bu “dilenci” hayatı iğrendiriyor beni. Ne kadar küçük olursa olsun bir görev, iş arıyor & bulmak istiyorum. İçine etmişim sanatın! Pek çok tasa borçluyum ona. Sanatçılık, söylememe izin verin, “enayilerin” yapacağı bir iş. Bu doğru, çok yerinde terimler için bağışlayın beni sevgili dostum. Dört bir yana yazıyorum kimse yanıtlamıyor beni, tek bir dostça sözcük bile yok. Allah kahretsin. Bu yaşlı dostunuza hep iyi davranmış olan siz, sevgili dostum, yalvarıyorum size, mümkünse onu ekmeğini kazanabilecek bir yere yerleştirmeniz için yalvarıyorum. Neresi olursa olsun. En düşük ücretler bile kabulüm, emin olun. En kısa zamanda ilgilenin bununla: artık sonuna geldim & bekleyemeyeceğim. Sanat? Bir aydan fazladır tek bir nota bile yazamadım. Artık tek bir fikir bile yok kafamda, ne de olmasını istiyorum. O zaman?

Bayan Valentine Gross’a mektup…


Türkçesi: Yaşar İlksavaş



Tuesday, September 9, 2008

* 109 *


PROUST, HATIRA DEFTERİNİZE YAZSAYDI

19. yüzyılda İngiltere’de iyi ailelerin kızları arasında bir moda baş gösterdi:
Hatıra defterleri.
İçinde, defteri dolduracak kişiye yöneltilen, özel zevkleri ve kişiliğiyle ilgili sorular da bulunan bu defterler, doldurulduktan yıllar sonra tekrar açılıyordu. Marcel Proust da bu oyuna iki kez katıldı. İlki 1886’ya doğru, arkadaşı Antoinette Faure’un ısrarıyla, ikincisiyse 1893’te yirmi bir yaşındayken. Ancak Proust sorulan sorulardan pek hoşnut kalmamış olmalı ki, kendiside bir köşeye sorulmasını yeğleyeceği soruları yazmıştı. İşte Proust’un Hatıra Defteri Anketi:

1. Karakterimin temel özelliği
2. Bir erkekte olmasını istediğim en önemli özellik.
3. Bir kadında olmasını istediğim en önemli özellik.
4. Arkadaşlarımda en çok beğendiğim özellik.
5. En büyük kusurum.
6. Yapmayı en sevdiğim şey.
7. Mutluluk hayalim.
8. En büyük üzüntüm ne olurdu.
9. Ne olmak isterdim.
10. Hangi ülkede yaşamak isterdim.
11. En sevdiğim renk.
12. En sevdiğim çiçek.
13. En sevdiğim kuş.
14. Düzyazıda favori yazarlarım.
15. Gözde şairlerim.
16. Kurguda gözde kahramanlarım.
17. En sevdiğim besteciler.
18. En sevdiğim ressamlar.
19. En sevdiğim isimler.
20. En çok neden nefret ederim.
21. En nefret ettiğim tarihi karakterler.
22. En takdir ettiğim askeri olay.
23. En değer verdiğim reform.
24. Sahip olmayı istediğim Tanrı vergisi.
25. Nasıl ölmek isterim.
26. Ruhumun şu andaki durumu.
27. Bağışlayabileceğim hatalar.
28. İlke edindiğim özlü söz.

* 108 *

Ethan Gibss



ANTONI TAPIES


BAKMA GÖRME OYUNU


İyi bakmak için ne yapmalı? Bir şeye bakarken, onda “olması gerektiği söylenenleri” değil, olanları görmek için ne yapmalı?

İşte size oynamayı önerdiğim zararsız bir oyun.

Bakarken, yalnızca çevremizde bulunan şeyleri görürüz çoğunlukla, sonsuzluğun içinde yarım yamalak gördüğümüz, pek de ilginç olmayan üç beş nesne…

En basitinden bir nesneye bakalım, örneğin eski bir iskemleye. Önce önemli bir şey gibi görünmez gözümüze. Ama içerdiği tüm o evreni bir düşünün! Bir zamanlar yüce dağlarda, sık ormanlar içinde, dipdiri görkemli bir ağaçken onu kesip biçen elleri, dökülen teri; iskemleyi yapan marangozun keyifli çalışmasını, onu satın alanın sevincini, dinlendirdiği yorgunlukları, büyük bir salonda ya da bir kenar mahallenin yoksul yemek odasında, sırtında taşıdığı acıları sevinçleri… Her şey, kesinlikle her şey, yaşamı simgeler ve kendince önemlidir. En hurda iskemle bile, uzakta, ormanlar içinde topraktan yükselen özsuyunun başlangıçtaki gücünü taşır içinde; ve bir tahta parçasına dönüşüp ocakta yanacağı gün bile, ısı verip yararlı olacaktır bize.

Bakın, derinlemesine bakın. Ve gözünüzün önündeki her şeyin, içinizde uyandırdığı titreşimlere bırakın kendinizi; yeni giysiler ve açık bir yürekle konsere giden biri gibi yapın; dinlemenin sevincini tatmaya, tüm saflığı içinde yalnızca duymaya çalışın; piyanonun ya da orkestranın çıkardığı seslerin, ille de bir manzarayı, bir generalin portresini, ya da tarihten bir sahneyi canlandırmasını beklemeyin. Çoğunlukla resimden de böyle bir canlandırma bekleniyor yalnızca.

Konsere giden birinin dinleyeceği gibi bakmayı öğrenelim. Müzik, sesli biçimlerin, zaman içindeki istifidir. Resim görsel biçimlerin, mekanda istifidir.

Bir oyun bu. Ama oynamak, bazı şeyleri “öylesine” ve amaçsızca yapmak değildir. Oynarken… çocukluğumuzda oynarken, büyük olmayı öğreniriz. Oynarken… oynarken bir şeyler söyleriz, bir şeyler dinleriz, uyuyanı uyandırırız, görmeyene ya da gözleri bağlanmış olana görmesi için yardım ederiz.

Ona baktığınızda, resmin (ya da bu dünyada herhangi bir şeyin) nasıl “olması gerektiğini” ya da insanların çoğunun ondan neler beklediğini düşünmeyin. Resim her şey olabilir. Sağnaklar ortasında bir güneş pırıltısı olabilir. Bir fırtına bulutu olabilir. Yaşam yolunda bir insanın adımı olabilir; ya da neden olmasın? “Yeter!...” demek için yere vurulan bir ayak olabilir. Sabahın tatlı ve umut dolu havası olabilir; ya da bir hapishaneden taşan, ekşi pis koku olabilir. Bir yaradan akan kanın yaptığı leke, insanların mavi yada sarı göğe uçurduğu bir türkü olabilir. Şimdi olduğumuz şey olabilir; bugün olan, şimdi olan ve her zaman olacak olan şey olabilir.

Oynamaya ve dikkatle bakmaya çağırıyorum sizi…

Düşünmeye çağırıyorum.

(Türkçesi: Samih Rıfat)
* Barselona’da Katalanca yayınlanan çocuk dergisi Cavall Fort’un isteği üzerine yazılmış ve derginin Ocak 1967 sayısında basılmıştır
.




Monday, September 8, 2008

* 107 *

KİTAP YAKMA
Emrettiğinde rejim zararlı bilgiyle dolu kitapların
Halk önünde yakılmasını ve her yerde
Öküzler kitap dolu arabaları
Odun yığınlarına çekmek zorunda kaldığı zaman,
Bir kovulmuş yazar, en iyilerinden biri, listesini
Gözden geçirirken yakılanların,
dehşetle fark etti unutulduğunu
Kendi kitaplarının. Masasına koştu
Öfkeden uçarak ve bir mektup yazdı baştakilere,
Yakın beni! diye yazdı kanatlanan kalemiyle, yakın beni!
Her gerçeği söylemedim mi kitaplarımda? Şimdiyse
Bir yalancıymış gibi davranıyorsunuz bana.
Emrediyorum size:
Yakın beni!
BERTOLT BRECHT
Çeviren: Hasan Kuruyazıcı

Friday, September 5, 2008

* 106 *

ÖLÜ BİR OZANIN SAĞLIĞINDA YAZDIĞI
KENDİ MEZAR TAŞI İÇİN
YAZIT




Belki biliyorsunuz
Ben okul defterlerinde büyüdüm
Kalacakmışım onun için
Ölünce her boydan kağıtlarda




Ben ki herhangi bir akarsuyum
Puslu, bulanık
Gençliğini çoktan yitirmiş
Sıradan bir ovanın




Yaşamak ki bir sokaktı yaşandı
Aşılıp geçildi o da
Kalırım bir çağ gelir anarlar
Kalırsam kağıtlarda




İLHAN BERK


Fotoğraf: Oğuz Kurum



Thursday, September 4, 2008

* 105 *

Onlar ABC'yi öğrettiler
Che'yi biz öğrendik.
Sunay Akın

* 104 *


"Bacaklarım biraz daha uzun olsaydı,
belki de hiç resim yapmayacaktım."


"Yenilik zerre kadar önemli değil,
önemli olan tek şey var:
Bir şeyin özüne işlemek
ve onun daha iyisini yaratmak."


"İnsanın çirkinliği kendine,
ama yaşam çok güzel."

"İnsan kendi kendine katlanabilmeli."

Henry de Toulouse - Lautrec