Monday, June 25, 2007

KOŞU

Fotoğraf: Don Paulson
Benim için bir an için olsun dere çakılarını anımsar mısınız?...
Hani eğilip kıyıcığından derenin birini elinize aldığınızda akarsuyun gülümseyen sabrını hissedersiniz avucunuzda...
Su yontularıdır onlar, su yüzü gibi serin, yeğni; su yüreği kadar mavi, ılık...
Suyun mırıltılarıdır dere çakılları.
Yan yana gelen sözcükler gibi, kadim zamanın öyküsünü anlatırlar.

Omuz omuza yaşadığımız, birlikte emekler ürettiğimiz bunca yıldan sonra kimi dostlarımı, güneş çehreli dere çakıllarına benzetir oldum.
Bu dostlar, birlikte atılan kahkahalardan, dökülen kanterinden, göz yaşından, sırtlanılmış soluk kesen kavgalardan,özveriden, umutlardan, yenilgilerden, karşılık beklemeyen sevgilerden, defne kokulu zaferlerden damıyıp, süzülüp benim oldular...
Dostlarım!...
Onlar benim denek taşlalarım, yön gösteren pusula oklarımdırlar...
Ne olduğumu, hatırlattılar bana, ne olacağımı umut ettirdiler, koşu yollarımda hep yordamımdılar, adımlarıma güç verdiler, karanlıklarıma ışıklarını serptiler...
Düşüncelerimizi, tutkularımızı, düşler yeşerten umutlarımızı, hırçın dalgalarıyla yontup cilalayan zamana, dostlarımı ben/im kıldığı, bana onlardan başka zenginlik vermediği için her zaman müteşekkir oldum.

Siz koştukça bitiş çizgisi sizden uzaklaşan bir maraton koşusunu andırır oyunculuk uğraşı...
Oyuncular ise bu uzun soluklu bitimsiz yarışı, can vermek bahasına, bilerek ve isteyerek, coşkular köpürterek koşan koşuculardır.
Sanırım yalnız bu nedenle her oyuncu yüreğinde, vadesi dolunca son nefesini sahnede vermek gibi bir duayı barındırır.

Koşu yolunun bitiş çizgisinde ise, oyuncuların adını ‘Seyirci’ diye andıkları ‘İnsan’ beklemektedir.
Yazgısı tuhaf denklemlerin çarmıhına mühürlü bir koşudur bu.
‘Oyuncu’ ölçeğindeki ‘İnsan’, bir başka ‘İnsan’ın atlasını anlamaya, çözümlemeye, tanımlamaya didinmektedir.
Oyuncu bir başına (ki onun değişmez kaderidir bu) koşarken kendinden başka bir rakibi yoktur.
Eğer bitiş çizgisine doğru ilerleyişini, başka oyuncuları kendine rakip alarak bir yarış haline getiriyorsa, bu onun sonunu getirecektir.
Çünkü giderek rakibine benzemeye başlayacak ve rakibinin kötü bir yansıması olmaya mahkum edecektir kendini.
Oyuncu ömrüm boyunca, böylesi yarışları koşu bellemiş o kadar çok, çeşitli ve ünlü papağan gördüm ki...
Gerçek oyuncu, ‘İnsan’ kavramının özümsenip saflaştığı bir prizma gibidir ve öylesine kristalize olmuş bir odaktır ki, insanlık ondan kırılarak yansır.
Bu prizmadan geçip yansıyan ‘Seyirci’, oyuncunun neredeyse bire bir ölçekte kendisine benzediğini hayranlıkla yaşayacaktır.
Seyirci, kendi kalp atışlarını bulduğu oyuncuyu taklitlerinden ayırıp yüreğinin odacıklarından birine yerleştirir ve onunla bütünleşir.
Yalnız koşucu ile seyircisinin kutsal kucaklaşmasıdır bu.

Koşu, oyuncunun ‘Ben’liğinin derinliklerine doğru ilerleyişidir.
Bu yolculuklarında, şaşkınlıklar içinde, varoluşunda o ana kadar ayırdında olmadığı, tanımına varamadığı farklı ‘Ben’leriyle yüzleşir; kim/liğinin gölgeli girintilerinin farkındalığına yükselir.
İnsan kadar eski, insan kadar yeni olan oyuncunun kendi kroniklerinde bulup çözümlediği her farklı insan, onu bir gece sonra seyredecek olan yeni seyircisidir.

Oyuncunun ard arda ulaştığı farkınlalıkların yücelişi, “Ben ve Öteki” denkleminin evcilleşmesidir bir bakıma.
Denklemin 1+1=1 sonucuna varmasının en yalın ve çarpıcı durağıdır.
Bir oyuncu, benliğinde bulduğu ‘Öteki’lerle tek, tek aynılaşarak çoğalır, saflaşır.

Zamanı geldi sanırım, bu noktada “Ben ve Öteki” denkleminin başlarına dönerek, dostlarla yan yana, 40 yıldır sürdürmekte olduğum koşunun ilk adımlarını sizlerle paylaşacağım...

O yıllarda Avşa Adası’nda arkadaşlarımla birlikte yaptığımız tatilin mucizevi bir biçimde nasıl bir tiyatro oyununa dönüştüğünün öyküsünü okuyacaksınız.
Böylelikle hem beni, hem de kadim dostlarımı biraz daha tanımış olacaksınız.
Gerçi onlar sizlerin de dostlarınız bir bakıma...
Gençliklerini öğrenmenin ilginizi çekeceğini düşünüyorum.

Paylaşacağım anılar biraz uzunca olduğundan, okumalarınızı kolaylaştırmak için, bu yazının dışında, birbirini takip eden iki yazıyla aktaracağım anılarımı...
Amacım, yazdıklarım okunsa da, okunmasa da anılarımın çivi yazılarını tarihin avuçlarına bırakmak.
Günü gelir, biri de okur etkilenirse, iki satır olsun düşüncelerini ben ve dostlarımla paylaşırsa çok seviniriz...
Biliyorum bu kavurucu sıcaklarda sabrınızı sınamış olacağım.
Şimdiden bağışlayın beni...

No comments: