Friday, January 4, 2008

* 29 *

Fotoğraf: Kerem Okay

SU...

Dağların mağrur doruklarını aşındırır. Koskoca kayaları soyar ve alıp götürür. Taşıdığı toprakla dibini yükselterek eskil kayalardan ötelere kovar denizi. Sarp kıyıları sarsar, talan eder; birdenbire yok edemediklerine bile bir daha rahat vermez. Irmak biçimine girdiğinde, taze toprağı koparip almak ya da bir yerlere yığmak için az eğimli ovalar arar. Bu nedenle çoğu ırmaktan söz ederken, her şeyin onlardan gelip geçtiği ve onlarla denizin birkaç kez yeniden denize döndüğünü söylemek olasıdır. Yeryüzünün hiçbir yeri, denizin eteklerine ulaşamayacağı kadar yüksek, hiçbir okyanus derinliği, ulu dağların köklerinin uzanamayacağı kadar alçak değildir. Bu yüzden su, kimi zaman sert, kimi zaman güçlü, kimi zaman ekşi, kimi zaman acı, kimi zaman tatlı, kalın ya da ince, kimi zaman sağaltıcı, kimi zaman öldürücüdür. Ne kadar değişik yerden geçerse, o kadar değişik özelliği ödünç alır gibidir. Nasıl aynanın rengi, yansıttığı nesnenin rengiyle değişiyorsa, su da geçtiği yere göre değişir: yararlı ya da zararlı, gevşetici ya da peklik verici, kükürtlü, tuzlu, pembemsi, korkunç, öfkeli, kızgın, kırmızı, sarı, yeşil, kara, mavi, yağımsı, yağlı, ince... Kimi zaman ateşe verir her şeyi, kimi zaman söndürür; bir sıcak, bir soğuktur; alip götürür ya da yığar, kazar ya da yükseltir, koparır ya da istifleri doldurur ya da boşaltır, yükselir ya da dalar, hızlı ya da dingindir; kimi zaman yaşam verir, kimi zaman ölüme neden olur; çoğaltır ya da yoksun bırakır; kimi zaman besler, kimi zaman açlığa sürükler; kimi zaman tuzlu bir tadı vardır, kimi zaman tasız ve kokusuzdur. kimi zaman taşar ve geniş ovaları sular altında bırakır. Ve bütün bunlar, zamanla değişir.

Leonardo Da Vinci, defterler, B.M. 57r

No comments: