Tuesday, April 1, 2008

* 71 *


Albert Camus'un 10 Aralık 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü alırken İsveç'de verdiği söylevden:
(...)
Ben kendi hesabıma sanatım olmadan yaşayamam. Ama bu sanatı her şeyin üstüne koymuş da değilim. Tersine, onsuz edemeyişim, onun beni herkesle bir etmesi ve olduğumdan başka türlü olmaksızın herkesle bir düzeyde yaşatmasıdır. Sanat, benim için tek başına tadı çıkarılan bir şey değildir. Sanat bence, en büyük sayıda insanı, ortak acılar ve sevinçlerle coşturacak görüntüleri, biçimleri bulmaktır. Demek ki sanat sanatçıyı insanlardan ayrılmamaya zorlar; onu, en gündelik ve evrensel gerçeğe bağlar. Ve çok defa, kendilerini başkalarından ayrı gördükleri için, sanatı seçenler kısa bir zaman sonra anlarlar ki, sanatlarını ve başkalıklarını ancak herkesle benzerliklerini ortaya koyarak gösterebilirler. Sanatçı, kendini bu başkalarına gidip gelme ile yoğurur: vazgeçemediği güzellik ve kopamadığı topluluk arasındadır. Onun için gerçek sanatçılar hiç bir şeyi küçük görmezler; yargılamaya değil, anlamaya çalışırlar. Ve dünyada tutacakları bir yer varsa, o da, Nietsche’nin çok güzel söylediği gibi, yargıcın değil, işci olsun aydın olsun, yaratıcının başa geçeceği bir dünya olacaktır.
Buna inandık mı, yazarın rolü, ister istemez, zorlaşıyor. Sanatçı, tarif gereği, bugün tarihi yapanların emrine giremez: Tersine, ona katılanların buyruğundadır. Yoksa, tek başına ve sanatının uzağında kalır. Zorbalık, milyonlarca adamı ile birlikte onu yalnızlığından ayıramaz, onlara ayak uydurmaya çalışsa bile, hatta, asıl o zaman. Ama dünyanın öbür ucunda hapse girmiş ve hor görülmüş, bilmediğimiz bir insanın çıkmayan sesi, yazarı, yalnızlığından kurtarmaya yeter, hiç değilse, özgürlüğün sağladığı olanaklar içinde, o çıkmayan sesi unutmamayı ve onu sanat yoluyla duyurmayı başardıkça.
Hiç birimiz böylesine büyük bir işin adamı değiliz. İster bütün ömrünce ünsüz ya da bir zaman için ünlü olsun, ister zorbaların zincirlerine vurulsun, ister bir süre dileğini serbestçe söylesin, yazar kendini haklı ve canlı bir topluluk içinde duyabilir; bu da yazarın elinden geldiği kadar, sanatının büyüklüğünü yapan şu iki görevi yüklenmesiyle olur: gerçeği ve özgürlüğü. Sanatçının işi en büyük sayıda insanı toplamak olduğu için, yalanla ve kölelikle uzlaşamaz, çünkü yalan da kölelik de, bulundukları yerde yalnızlıkları çoğaltırlar. Tek tek olarak sakatlıklarımız ne olursa olsun, soylu yazarlık sanatı, korunması güç olan şu iki ödeve bağlı kalacaktır: Bile bile yalan söylememek ve insanın insanı ezmesine karşıkoymak.
Çevirenler:
Sabahattin EYUBOĞLU
Vedat GÜNYOL

2 comments:

david santos said...

Excellent posting, Alpay! Thank you.



NURIN JAZLIN
MURDERED. 9 YEARS OLD. WHY? ARE WE HUMAN?
.
Please!
TO AVOID SUCH A TRAGEDY HAPPENING AGAIN, AND FOR THE SALVATION OF OUR CHILDREN, WE ARE DOING A WORLDWIDE CAMPAIGN, DISPLAYING THE IMAGE OF NURIN JAZLIN JAZIMIN IN BLOGS ALL OVER THE WORLD ON 25TH APRIL 2008. LET'S NOT FORGET NURIN JAZLIN.

Anonymous said...

cok teşekkürler ustacığım...
nasıl mutlu eden ve zenginleştiren bir yazı imiş...çok sevdim

hem bu hem diğer tüm paylaşımlar için teşekkürler...

sevgiler,saygılar
güzin