Wednesday, August 27, 2008

* 103 *




sana
son nefesine kadar
ayaklarının üzerinde
kendinden emin
sevinçle
gururla
durmana yetecek kadar
güzelliklerle dopdolu
bir yaşam sürmeni diliyorum

hayatı
doğan her yeni günün
seni sevdiği kadar
aydınlık
ışıklarla görebilmene yetecek kadar
güneş doğsun üzerine

güneşi
daha çok sevmene yetecek kadar
yağmurlar yağsın kirpiklerine

ruhunu
her zaman capcanlı sevecen
tutmana yetecek kadar
mutluluk senin olsun

hayatında
önemsemediğin en küçük değerlerin
ne kadar büyük olduğunu
hatırlatacak kadar
acı çekmeni dilerim

isteklerini
doyurmaya yetecek kadar
kazancın hiç tükenmesin

hayat
sahip olduğun her şeye
hayran olmana yetecek kadar
vazgeçmeyi
kaybetmeyi
öğretsin sana


sonun gelip de
elveda dediğinde
merhaba
diyenlerin çok olsun



bir Aborijin duasının yeniden okunuşu




Friday, August 22, 2008

* 102 *


Kimi güzel ustalar oldu hayatımda, nurlu varlıklarıyla ömrüme sessizce doğuverdiler.
Kutsal bir ışığı taşırcasına yüreğimin çekirdeğine ektim onları ve hep benim oldular.
Adı güzel Baykal Ustam onlardan biri, belki de birincisidir.
Oyuncu ömrümün bağrına düşüveren göksel bir cemredir o, benim oyuncu peygamberimdir.
Yüreğimin ormanında büyüttüğüm en ulu çınarlardan biridir.

Onun çırağı olmaktan her zaman büyük bir onur, sınırsızca bir sevinç, engin bir güven duydum.
Bence gerçek bir usta, çırağına mesleğini öğreten değil, onu yaşadığına sevindirendir.
Ben, insan tadına ermeği, insan kıvamında kalmayı, insan olduğuma sevinmeyi Baykal Usta’mdan öğrendim

O, sahnede oyunculuk dilinin yazılı-çizili ABC’si gibiydi.
Bu alfebeyi okuyup kendi gramerinizin dokusunu örmek size kalıyordu.
Oynadığı her rolü, sanki bir dersi dinler, izler gibi defalarca seyrettim ve her defasında, bir dağ doruğu gibi yücelen varlığının karşısında, yoksul oyuncu benliğimi biraz daha genleştirip, zenginleştirerek ayrıldım tiyatrodan.

Birlikte çalışmak mutluluğuna erdiğim son işlerinden biri olan Nazım Hikmet’in Kuvay-ı Milliye Destanı, tam anlamıyla ikinci bir üniversite öğrenimi gibiydi benim için.
Oyunu icra ettiğimiz her gece, Ustam 8. Bab’ı söylerken, ben ve tüm genç oyuncular sahne gerisinde omuz omuza yan yana toplanıyor, onu sessizce dinliyor ve yeniden öğreniyorduk.
Sanki hep birlikte ibadet eder gibiydik…
Sahnede devleşen bu yapı, gündelik hayatında, son derecede mütevazı, neredeyse fark edemediğiniz bir kimliğe bürünür, yüreğinizin derinliklerinde mırıldandığınız sıcacık bir duaya dönüşürdü.

Sıkca bu kimliği ile geliyor düşlerime, yaşadıklarımı sanki bir Sait Faik öyküsünü anlatır gibi inceden inceye irdeliyor, akıl veriyor, beni asla kırmadan eleştiriyor, uyarıyor.
Bu düşlerden sevinçle uyanıyorum, gecenin hangi vakti olursa olsun kalkıyor, ustamın söylediklerini unutmadan not ediyorum.
Tekrar uyumaya döndüğümde geldiği için bütün yüreğimle teşekkür ediyorum ustama.

Onun için öldü diyorlar…
Gülüyorum sadece hem de kıyasıya gülüyorum…
Kim oluyor bu zavallı ölüm?...
Ne yapabilir benim koca çınarıma?...
Olsa olsa adam olabilmek için koluna girip bir yerlere götürmüştür..
Ve de benim Ustam onu da adam etmeye başlamıştır çoktan.

Başkalarını bilemem Baykal Ustam benim için ölmedi, üstelik beni buralarda koyup gittiğinden beri her gün biraz daha çoğalarak yaşıyor…
Değerli oyuncu büyük insan Baykal Saran anısına yayınlanacak bir kitapcık için sevdiklerinden istenen yazı üzerine düşüncelerimdir.
Biliyorum ona layık olmadı, ne var ki gücüm bu kadarına yetti.

Thursday, August 21, 2008

* 101 *

Oturan Boğa


Bana bak dostum

Giysi istemeye geldim senden

Sensin ömrümü uzatan

Ricamı dinle

Zambak kökleri için

Senden sepet yapacağım

Yalvarırım dostum kızma sakın

Sedir ağacı için yazılan bir kızılderili şiiri





"Bizler Amerika'da "Kızılderili'den toprağını alıp demiryoluna vermek" anlamına gelen "frontier etik"e duyduğumuz sevgi yüzünden hala acı çekmekteyiz. Bu etik hep "hiç bir şeye karşılık bir şey istemek" olmuştur. Amerika'da sınırlar açıldığı zamanlarda bile "etik" anlayışı yoktu... Ortak özelliğimiz olan "hiç bir şeye karşılık bir şey istemek" konusunda dürüst davranmadığımızdan, bu ülkede yaşayanlar olarak hepimiz "mutlu kapitalist" mitinin her zaman tutsağı olduk..."

David Mamet

(Oyun ve senaryo yazarı, tiyatro ve film yönetmeni)

Metni çeviran: Gülnur Güven


* 100 *

Oğuz Kurum




Fazıl Hüsnü Dağlarca

"içeri sait faik"




ABASIYANIK

Sana
Abasıyanık diyorlar
Gülümsetiyorlar beni

Aba kim sen kim
Doğru dürüst giysin bile yokken
Şapkan yokken
Pabuçların senden ayrı giderken
Seni tedirgin eden giysilerin değildi
O mavi gözlerinle gördüklerindi ancak

Nerde yoksul varsa
Nerde küs varsa
Nerde aldatılmış varsa
Nerde yalanlarla başbaşa kalmış varsa
Nerde dul varsa
Sen değil misin
Susuyorum bu akşam erken uyu diyorum


YILDÖNÜMÜNDE

Hangisidir diye düşünüyorum
Sait Faik'in en güzel öyküsü
Birdenbire güvercinler sarıyor yüreğimi
Tüyleri değişik biçimleri değişik sesleri değişik
Esen yelleri bile başka başka

Sonra gülümsüyorum
Sait Faik yaşadı mı yaşamadı mı
Bu ayrı bir öyküdür Sait Faik'ten başka



ÖYKÜ DIŞINDAKİLER

Nedir
Yazı yazanların
En önce yitirdiği?

Anneleri mi hayır
Kardeşleri mi hayır
Kendi yüzleri



AŞIK OYUNU

Aşık oynasaydı Sait Faik
Gece gündüz kazanırdı

Onun öyküleri
Geceleri gündüzdü
Gündüzleri gece



BOŞLUK

Dört dizeyle Sait'i anlat deseler
Bir dikdörtgen çizerdim
Sonra bütün çizgileri kaldırırdım
Derdim geride kalan boşluktur






Wednesday, August 20, 2008

* 99 *


ŞİİRYAZ YA DA YAZLI ŞİİRLİ
AFORİZMA DENEMELERİ

Gültekin Emre


Benny Karlsson

Yaz, kızoğlankızdır; şiir, kirazın kızlığının peşinde.

Yaz, mevsimlerin ablasıdır; şiir, ilkyazın mahçup abisi, kışın yorgun babası, sonbaharın telaşlı annesi.

Yaz, geçmişin soluk hüznüdür; şiir, hüzün denizinde boğulan.

Yaz, göçmen kuşun yuvasıdır; şiir, kuş yuvasında yumurta toplayan.

Yaz, sılanın eniştesi; şiir, gurbetin yelek cebi.




Frank Vetere

Yaz, göç mevsiminin sesi soluğudur; şiir, gelinin kızlık zarına takılı duvak.

Yaz, gül, menekşe, yasemin, ve daha nice koku cennetidir; şiir, usanmaz bir koku avcısı.

Yaz, gölgenin, serinliğin caneriğidir; şiir, koca memeli dalgaların ip merdiveni.

Yaz, sevgiliye kavuşma umududur; şiir, umudun bağrı yanık yakısı.

Yaz, düşün sapsarı bukağısıdır; şiir, bıçkın bıçağın biley taşı.


Ian Cameron


Yaz, malını mülkünü güze devredendir; şiir, devir teslimin yazıcısı.

Yaz limonatanın pastasıdır; şiir, pastanın doğum günü.

Yaz, bekenen sevgilinin gelmeyeceğini bilendir; şiir, sevgilinin geleceğinde direnen.

Yaz, hüzün sağanağında usanmaz bir uçurtmadır; şiir, uçurtmanın ipi.

Yaz, masalın tersten okunuşudur; şiir, şair ağacındaki en yeşil yaprak.


Jean Schweitzer


Yaz, imge kirazın ıslak dudağıdır; şiir, yüksek atlama şampiyonu.

Yaz, aşığa ısmarlanan buz gibi biradır; şiir, sevgiliye kurutulan gül.

Yaz, gölgede bir salıncaktır; şiir, salıncaktaki çocuk.

Yaz, aksatmadan güneş batırma seanlarıdır; şiir, yakamozlara mektup yazan.

Yaz, içkiyle sohbeti koyulaştırandır; şiir, yıldız kaymasında dilek tutan.



Bente D. Nielsen


Yaz, aşkın kısa ömürlü sponsorudur; şiir karanlığın mumu.

Yaz, anıların donkişotudur; şiir, korsanların hazinesi.

Yaz, narın nilüfere ilan-ı aşkıdır; şiir, nar çiçeğine konan arı,

Yaz, gövdenin gövdeye çok sık merhaba demesidir: şiir, terli sırtlara ter bezi.

Yaz, bir gün unutulacak resimler deposudur; şiir, şişedeki mektubun çocukluğu.

Emil Chan

Yaz, sevgilinin gözünün içine düşmedir; şiir, sevgiliyi geceye hazırlama.

Yaz, güneşin doğuşuna yetişememedir; şiir, güneşi batıran.

Yaz, imgelerin mührüdür; şiir, parmak izi.

Yaz, geleceğe tuzlu bir selamdır; şiir, selamı merhabaya çeviren.

Yaz, gelip geçici bir yolcudur; şiir, nereye girse göçmen.

Yaza yaza yaza varılır; yaşaya yaşaya da şiire.

(yaz gibi bir şiir okudum, dendiğini hiç duymadım; ama şiir gibi bir yaz yaşadı(k)m diyenleri çok gördüm)



Sunday, August 17, 2008

* 98 *


BAŞLANGIÇ
İdrakimizi değiştirerek verdiğimiz her karar yeni bir başlangıçtır.
Her başlangıçsa kanatları umutlardan yeni bir yolculuk…
Ya kararımızdan sapmadan yürür ya da duraklayıp başladığımız eşiğe geri döneriz.

Kararlarımız, yüreğimizin çekirdeğindeki ışığa verdiğimiz sözlerdir.
Bu sözlerle ilerler, öğrenir aydınlanırız.
Varıp ulaşacağımız yeni eşikler, hiç beklemediğimiz, ummadığımız sonuçlarla belirebilir önümüzde.
“Oyun, ancak sonunda ne olacağını bilmiyorsak oynanmaya değer.” demiş Michel Foucault…
Yeter ki kendimize verdiğimiz sözde duralım.
İyimserliğimizle, hayata ve kendimize karşı olan korkusuz, tüm hesaplardan yıkanmış, karşılıklar beklemeyen inancımız ve tüm masumiyetimizle yürüyelim.
Tıpkı sabahın seherine açıveren çiçekler gibi…
“Kendi kalbine bakmayanın yaşamı bulanıktır; kendi yüreğine bakma cesareti gösterenler, gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur; içeriye bakanlar uyanır, kendini keşfeder…”
diyor Carl Jung.

Aldığımız her kararla başlayan yeni yolculuğumuz, kendimize sunduğumuz bir armağandır.
Evrenin sonsuz, derin ruhsal özünü, filizler süren, meyve veren bir amaca dönüştürmek adına verdiğimiz bir armağan…

“Bir insanın akıllı davranması için üç yol vardır:
Birincisi, iyi düşünmektir, bu en soylusudur. İkincisi, taklit etmektir, bu en kolaydır. Üçüncüsü, denemiş olmaktır, bu en acısıdır…”
diyor Konfiçyus.

* 97 *



zamansız koparılmış

gülün çığlığından

susan sesini solmuş





Fotoğraflar: ağlayan ağaç


* 96 *




"Kuşlar gibi insanlar da

yaşadıkları yerlerin derinlikleri azaldıkça

göç ediyorlar."

*
"Mavi çürümez bir düştür."



Alıntılar: Şükran Kozalı

Resimler: Dilan Sarıoğlu



* 95 *



Giacometti,
bir yangında
Rembrant'ın bir tablosu ile bir kedi yavrusu
arasında kalsa
kediyi kurtaracağını söylemişti...





Resimler: Meral Sarıoğlu

Saturday, August 16, 2008

* 94 *



Sonunda bitti…
Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi görünen “İlkbahar Sonbahar” filminin çekimleri sonuçlandı.

47 gün boyunca uyku yok durak yok, geceleri gündüzlere ekleyerek, 1500 metrelere doruklanmış bir yaylanın bağrında, börtü/böcek, yılan, kene ve yabandomuzlarıyla dudak dudağa, durmadan, tükenmeden esen, esmekten ziyade pataklayıp döven bir rüzgara karşı koyarak çalıştık, çabaladık.

Ama bitti…
Neler bitmez ki hayatta…
Sevdiklerime ve çalışma odama döneli tam bir hafta oldu.
Öylesine yorgun, bitkin ve dağılmış bir haldeydim ki yeni yeni gelmekteyim kendime.

Öğrencilik yıllarımda değerli öğretmenlerimden biri, “Oyunculuk zırdelilerin işidir…” der dururdu…
Sanki bizleri yaşayacaklarımıza karşı uyandırıp bilinçlendiriyordu.
Bu saptamanın tekrarlanan anlamını bir çok kez yaşamıştım ömrümde; bu kez derinden ve hayli zorlanarak bir kez daha yaşadım.
2008 yazının 47 gününe sığan olaylara dönüp baktığımda yaşadıklarıma inanamıyorum.

Nereden bakılırsa bakılsın ömrümün gerilerde kalan kırk yılının tüm devinimlerini salt tiyatroyu düşünerek yaşamış, çizmiş/bozmuş, yeniden anlamlandırıp kurgulamış biri için, çok farklı, ama paha biçilmez değerde bir deneyimdi.

Bencileyin, neredeyse kendini bildi bileli, tiyatrodan başka hiçbir şey solumamış, tiyatro ile uyumuş, her seherde gözlerini tiyatroya açmış biri için, yaşadıklarım başlı başına bir yeni öğretiydi sanki.

Gençliğimin Sinematek Günleri’nden başlayarak kendimi hep iyi bir sinema seyircisi olarak bilirim.
Bu konuda elime geçen her metni son satırlarına kadar okudum, öğrendim, hiçbir yeni filmi kaçırmamaya özen gösterdim, DVD icat olduktan sonra, göremediğim filmleri de takip edip izledim.
Sinemaya, bu sanatı var edenlere hayran oldum büyülendim.
İlgim, bilinçli bir seyirci olmaktan öteye hiç geçmedi.

“İlkbahar Sonbahar” bir tiyatro oyuncusu olarak ilk deneyimimdi.
Türk Sineması’nın tiyatro kökenli oyunculara, sıcak bir ilgiyle yaklaştığını biliyordum.
Ne var ki, bu deneyimden sonra, salt sinemada var olmuş bir çok usta oyuncuya bir kez daha aşık oldum.
Şu anda herkes kendi evinde kalmalı diye düşünmekteyim.

Çekimler boyunca, gecesine, gündüzüne kendim karar verdiğim, ağaçlarını, patikalarındaki çakıllarını kendim yarattığım, sesini, sessizliğini kendimce ölçüp biçtiğim, üzerine kendi avuçlarımla yağmurlar karlar serptiğim, bana her daim bir sığınak gibi gelmiş olan sahnemi çok ama çok özledim.

Çok şanslı insanlar bu sinemacılar. Onların dünyasında rastlantıya yer yok. En iyi sonuca ulaşabilmek için onlarca tekrar yapabiliyorlar.
Oysa tiyatro garip bir er meydanıdır ve söz ağızdan bir kez çıkar. Sonuç ya muhteşemdir ya da berbat…

“İlkbahar Sonbahar” serüveni, günleri iyice azalmış olan hayatımda, bir dönüm noktasıydı sanki.
Bugüne dek yaşadıklarıma dönüp adlı adınca bir kez daha bakmam gerektiğini düşünüyorum.
Son yıllarda bana kendini sık sık hatırlatan bir gerçekle yeniden yüzleşiyorum…
Ömrüm boyunca, mesleğimin de vazgeçilmez şartı olarak hep başkaları için yaşamış biriyim.
Bu son yıllarda kendim için hiçbir şey yapmadığımı dehşetle görüyorum.
Artık sıranın bende olduğunu biliyorum.
Dönüp kendimi kucaklamalıyım…