Sunday, December 23, 2007

* 17 *


Oruç Aruoba okuyorum.
Daha doğrusu defalarca okuduğum kitaplarında, altını çizdiğim tümcelerine yeniden bakıyorum.
Zaman kendini ören ne efsunlu bir dantel.
Kimi altını çizdiğim tümcelerini, o sıralarda hangi duygularla benimsediğimi, neler hissettiğimi, algıladığımı anımsıyorum.
Öyle tümceleri var ki, onları neredeyse noktası, virgülüne kadar tekrarlamış, tıpkı basımlar gibi aynen yaşamışım.
Ama Oruç’a yeniden bakındıkça, hınzırca güldüğüm de oluyor.
Hayatımda öyle olaylar hatırladım ki, sırf Oruç’un beni çok etkileyen ezberini bozmak adına, tersine kararlar almışım…
Bir dolu da iş açmışım başıma.

Oruç’u tanıdığım geceyi anımsıyorum…
Ankara’lı karlı bir kış gecesi idi, yanılmıyorsam Bilge’nin yaş gününü kutluyorduk…
Füsun ve Metin’de davetliydiler…
O gece cidi mi ciddi felsefecilerin huzurunda Metin ve ben dut gibi şarhoştuk.
Artık ne Bilge var ne Metin...
Her neyse, mavrayı bir yana bırakalım, ne buyurmuş sevgili Oruç yeniden okuyalım:

“İsteyerek ölen kişi ile istemeden ölen insan arasında temelden kökten bir fark vardır.
İlki herşeyin ötsine geçmiş olmakla huzurludur.
Ötekisiyse hiçbirşeyi çözememiş olmakla huzursuz.
Bitmeyen sükunlu gece ile kabir azabı arasındaki fark da burda yatsa gerek.”
YAKIN S:62

İşte düşünmek diye buna derim ben.

No comments: