Friday, December 28, 2007

* 20 *




Dün sabah uyanır uyanmaz, Jacques Loussier nöbetim tuttu gene …
Her daim kıyıcığımda duran albümlerinden birini aldım dinlemeye başladım sevgili ihtiyarımı.
Onunla akrabalığım 1960’larda konservatuar öğrenciliğim yıllarında başlamıştı.
Pek bir Varoluşcuyduk o yıllarda, daha Marks ve Engels’le tanışmamıştık, burnumuzu Sartre ve Camus metinlerinden kaldırmıyorduk.
Deri ceketlere, kadife pantolonlara hayli düşkündük, ille de süet botlar giyiyor, kalın kemik çerçeveli gözlükler takıyorduk.
Kimilerimiz gece/gündüz güneş gözlükleri ile dolaşıyordu, Fransız filmlerinin karelerinden kopmuş, fırlamış gibi.
Sinematek’de seyrettiğimiz Avrupalı öyküler başka şeyler söylüyor, söyletiyordu.
Hele hele bizler, sanatla iştigal eden genç adamlar, kadınlar, çok farklı, afili, sürüyü terk etmiş hissediyorduk kendimizi.
’60 Anayasası’nın keyfini sürmekteydik.
Özgür, aykırı sözcükler uçuşuyordu havada…
Hiç duymadığımız tınılar…
The Swingle Singers’ı yeni keşfetmiştim, Johan Sebastian Bach’ı, ‘jazz’ın, ‘swing’ kanatları ile uçuran o mucizevi gurubu dinliyordum durmadan…
Almanya’da öğrenim görmekte olan bir arkadaşıma, neredeyse küçük bir servet ödeyerek, J.S. Bach'ı yorumladıkları Long Play’lerinden birini getirtmiştim.
Plak çok dinlenmekten çatırdayarak inliyordu, ama dinliyordum keyifle hiç bıkmadan.

Bir yaz tatiliydi.
Okul arkadaşlarım, Mehmet Keskinoğlu, Rümeysa Bozdağ (şimdi ikisi de yoklar buralarda) ve ben, hiç aklımdan çıkmayan bir İstanbul gecesinde, Komet’in evinde kafa çekip, felsefeler uçuştururken, gene The Swingle Singers dinleniyordu.
Bir ara Komet, “Beyler bunlar da güzel ama bir de Jacques Loussier dinlemeliydiniz, herif akıl almaz işler yapıyor Bach üzerine…” deyiverdi.

Bunu duydum ya, artık kim tutardı paçamdan, hemen araştırmaya başladım.
İlk öğrendiğim Loussier’nin, daha 1950’lerde, Bach’ı ‘Jazz’ca söyleyen ilklerden biri olduğu idi.
Aslında çok sıkı bir klasik müzik eğitiminden geliyordu, Fransa’nın bu disiplinde tanınmış, ünlenmiş piyano ustalarından biri idi.
Ama, aniden rotasını kırmış, bir trio kurmuş, yepyeni düzenlemelerle, çılgın jazz sularında J. S. Bach’a yelken açtırmıştı…
Yalnız Bach’a mı; Vivadi, Ravel, Satie, Debussy, Handel ve Mozart’a da
Bir küçük servet daha ödeyerek, Loussier’nin plaklarından birini daha getirttim Avrupa’dan…
O gün bu gündür kan bağımız Jazz’dan akrabam oldu kendisi…
O çalarak, ben de dinleyerek birlikte yaşlandık desem yalan olmaz.
Üzerinde çalıştığım bir dolu rolü, sadece onu dinleyerek yorumladım.
Yakın zamanlarda sahnelenen “Gerçek Çeşitlemeleri”nde oynadığım Abel Znorko bunlardan biridir.

Şu anda gene Loussier'yi ezberlemekteyim…
Ama, birden geliveren bu son nöbette çok farlı bir gerçeğin ayırdına vardım:
Ben ne zaman anlatmayı çok önemsediğim bir şey üzerine kekemeleşiyorsam, sözcükler saklandıkları yerlerden çıkmaya inat ediyorlarsa, kendimi yetersiz, yeteneksiz bir ahmak gibi hissediyorsam, Loussier’ye savruluyor, ondan medet umuyorum…



No comments: